Serpil KOÇ Yazarın Tüm Yazıları
SERPİL KOÇ 1988'de Manavgat'ta doğdu. Ortaokul ve liseyi Manavgat'ta okudu. 2005 yılında Manavgat Anadolu Meslek Lisesi, Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Bölümünü; 2012 yılında da Anadolu Üniversitesi, Okul Öncesi Öğretmenliğini bitirdi. Mehme...
YAŞAM PINARIM, MANAVGAT
Bir nisan akşamı yoğun geçen günün ardından yorgun bir bedenin kucağına doğuverdim. Annem bir Manavıl Kızı iken şimdi kendi seçimiyle olmuştu bir Yörük Gelini. Torosların kucağında Atalarından kalma geleneğin izinde, geçimini hayvancılıkla sağlayan bir dağ köyünde ağzı süt kokan bir kadın; Annem. Göçebe yaşam biçimi; gitmediği yerler, bilmediği, görmediği ağır işler, pişirmediği yemekler, hiç taşımadığı yükler onun yoldaşı olmuştu tıpkı benim gibi. Şimdilik hiçbir şeyden haberim yoktu, yalnızca emme ve temizlik ihtiyaçlarımın dışında.
Yıllar yılları kovaladı. Artık annemden sıkça duyduğum hayat telaşı beni de sarmıştı. Çok uzakta; dağların, derelerin, sapa yolların ve kuytu kanyonların arasında merkeze uzak köyümüze öğretmen gelmez olmuş, bizi taşımalı eğitim sistemi ile şehirle tanıştırmışlardı. Ardından yatılı bir okula. Ayda bir kez çarşısına çıktığım şehir benim için yalnızda temel ihtiyaçlarımı giderdiğim, ruhu olmayan ya da ruhuma ilaç olmayan, saati dolunca uzak bir mahallesine katı kuralların içine döndüğüm bir yatakhaneydi, koridorlarında “buradan çok sıkıldım artık!” dediğim. Önceleri bir şehir, yaşamak için hangi değerleri taşır? İnsan yaşamına neler katar? İnsanlar şehre nasıl şekil verir? Hiç fikrim yoktu. Henüz on bir yaşımdaydım.
İçinizde bir inanç olur ya nasıl yaşayacağınıza dair. Adına ne derseniz deyin. Belki altıncı his belki de… İşte ben de öyle inanmıştım.
Lise yıllarımdı. Kendi başıma karar vermeyi, hakkımı aramayı, dik durmayı, sorunlarla başa çıkabilmeyi yaşıtlarıma göre çok erken öğrenmiştim, aklım yaşıtlarımın oynadığı oyunlarda kalırken. Çok zeki olmama ya da sınavlardan yüksek not alıp yatılı bir okul tutturmamama rağmen uzak eğitim yoluyla bir fakülte kazanmıştım. Her zamanki gibi tek başıma hallettiğim kayıt işlemleri vs derken eylül ayı, ekim ayı, kasım ayı geldi ve geçti gitti. Günlerimi evde derslerimi çalışmak için babamın alacağına inandığım bilgisayarı beklemek ve evin günlük işleriyle geçiriyordum. Bir akşam köye birkaç kilometre uzaktaki obamızdan her günkü gibi annem, babamdan önce eve geldi. Acı acı sızlanıyordu. Sesine kulak verip kapıda karşıladım. Atın heybesini indirmesine yardım ettim. O an bana dedi ki:
“Ben kendi işimi erken de olsa geç de olsa bir şekilde yaparım, ama sen durma, git kızım. Benim yaşadığımı sen de yaşama. Benim gibi olma.” diyerek hayatıma yerini, sınırlarını bilmediğim yeni ve kocaman bir kapı açmıştı. Ve ben anneme inanamayıp bakakalmıştım, bu kadın benim annemdi.
Ve ben gittim. Tüm gücümü, inancımı, hayata karşı olan mücadelemi çoktan elime almıştım. Buluşabilir miydik bir gün aynı duyguda? Bir yağmur yağdı mı dağlarında yürürken usul usul yüzüne çarpıp göz kapaklarını istemsizce kapatan damlacıkların arasında mis gibi toprak kokusuyla, derince içine çektiğin… İlkbahar geldi mi dağlarında lalelerin, gelinciklerin, toprak ananın armağanı çeşit çeşit meyve ağaçlarının tomurcuklanıp düğün gibi renk renk giyindiği… Yükseklerindeki karın yağmurla tek vücut olup dereler boyu dövüne dövüne denizi arayan berrak köpükleriyle kabaran sesleri aranıp çıktım yola. On sekizimde yeniden doğmaktı tek arzum. Sarılıp sımsıkı bedenine bu şehirle yeniden büyümek, ruh bulmak ve tek vücut olmak; sahi bu bir rüya mı? Yoksa bir genç kızın hayali mi?
Bugün yürüyorum; en sevdiğim sahilinde çıplak ayaklarım, hissettiğim birbirini kovalayan renk renk ahenkle kaçışan kum taneleri... Masmavi yer ve gök… Baktıkça tutuluyor gözlerim, mavinin eteğine minik bir el misali tutunmuş uçsuz bucaksız hayallerim… Dost yanımda; bir kitap, bir külah dondurma, kulaklarımda denizin sesi ve kucağımda okurken yaşadığım kitap, sohbetine doyamadığım konuştukça hayatımı paylaştığım an’ıma ortak arkadaş veya sevgili…
Bugün kokluyorum çiçekleri; en sevdiğim mevsim gelmiş: Bahar… Renk renk çiçekleri taç etmiş başına memleketim, aynı gün içinde dört mevsim tıpkı ruhum gibi sızlanır durur göstermek için kendini. Gökkuşağı salınır oradan oraya, yağmur sonrası güneşin karşısında gülümseyerek. Ağaçlar bırakmış toprak ananın kucağına sarı, kahverengi yaprakları, yeniden tomurcuklanmış kışın ortasında; şahit olmaya hazır, yeni yeni an’lara. Altında oynayacak çocuklar, sarılacak sevgi dolu kucaklar… Özgürce…
Bugün duyuyorum; bir serçenin kanat çırpışını, daldan dala konuşunu… Tarihe şahitlik etmiş yüksek dağlardan sahile, özgürce kanat çırparak… Her dağının kucağında sayamayacağım kadar bitki, hepsi farklı ve şahsına özgü… Her taşın ardında zıplayarak kaçışacak bin bir çeşit hayvan.
Bugün selamlıyorum; caddelerde, sokaklarda, yanan kırmızı ışıkta, beklediğim durakta, komşu bakkalda, uzak alışveriş merkezlerinde, iş yerimde insanları. Bu toprakta can bulmuş yaşama ortak olanları. Benimle birlikte bu şehre doğan, minnettar çocukluk arkadaşlarım. Anadolu’nun dört bir yanından işini, aşını, kültürünü, yaşanmışlıklarını yüklenip heybesine bugün benimle paylaşan Ayşe’ye, Ali’ye selam olsun. Bu şehirde düne bugüne değer katmış yarının hayalini kuran her bir insana…
Bugün görüyorum; boylu boyunca uzanan, asil ve usulca akan nehir. Sana muhtacım; mutluğum senin yollarında, üzgünlüğüm, kızgınlığım… Her halimle bir solukta senin yanındayım. Kendimi en çok sana açar, en çok senle anlarım. Mesela bugün nasılım? En iyi sen bilirsin. Kim olduğumun, ne olduğumun, yaşımın, boyumun, rengimin bir önemi yok senin için.
Bugün yaşıyorum; geceyi en sevdiğim yakamozların kucağında küçücük bir gölde; misafiri olmuş iki sevgili. Oturmuşlar onlar da benim gibi misafirperver bir banka, varlığımdan habersiz. Gözbebeklerinden fışkırıyor aşkın gülücüğü, sohbetleri şenlendiriyor geceyi. Yeniden bağlanıyorum hayata, iki sevgilinin düşünü kuruduğu yarınlarda. Ay ışığında yuvasına uykuya çekilen kuşlar, en derinlerde baş döndürücü kokusuyla kımıl kımıl kıvrılan yosunlar ve bir de ben şahidim bu geceye.
Bugün yanıyorum; temmuzun kızgın alevinden. Sıcak, çok sıcak bilen bilir yaz alevini. Sanki aşk ateşi; gidemez oldum elinden; uzak bir dağ kasabasının kendine has özelliliklerini görücüye çıkarmış serin mi serin düğmeli evlerine.
Bugün seyrediyorum; azgın dalgaların tüm gücünü yüklenip kendini bıraktığı beyaz köpüklerin arasında kalmış, kaç mevsim geçirdiğini kimsenin bilmediği, yosundan başını çıkaramayan denizin kıyısındaki kayalığı. Peki ya hemen yanına oturuveren nar gibi dağılmış ilk sahibi tarihin tozlu sayfalarında kalmış kent. Ne anlatıyorsun huzuruna her çıktığımda geçmişinden? Her gelişim yeni bir iz zihnimde canlanan, her gelişim yeni hikâye sırlarımın döküldüğü, benliğimi aradığım.
Bugün gidiyorum; bir limandan yatağında nice sultanları ağılamış, nice prensesleri sularında yıkamış başka bir limana. Düşlere dalıyorum, zamanı durdurup. Elimi salınıyorum bir geminin merdiveninden, parmaklarımın arasından sıyrılıp giden tuzlu suya takılıyor gözlerim. Küçük bir su damlasının yüzüme zıplaması getiriyor kendime. İşte o an bedenim uzanıveriyor denizin serin sularına.
Bugün okuyorum; sokaklarını süslemiş sözleri. Bir bir ağırlıyor duvarların; usta şairleri. Geçiyorum içinden süslü dizelerin, anlata anlata bitmeyen öykülerin… Hani derler ya senin için ‘suyundan bir kere içen bir daha gidemezmiş’ diye. İşte böyle kalemim de âşık sana. Yüreğimden en kuytu, en nadide yerimden; sel olur akar duygularım, sana seslenir:
“Bir şehir düşün ki, insana bu kadar dokunur. Bir şehir düşün ki insanı bu kadar yaşatır. Bir şehir düşün ki hem ekmek hem su. Bir şehir düşün ki yaşamımın tutkusu, Manavgat…”
Bu gün ben otuzumda; benliğimin, duygularımın kadınıyım. Yaşamımın, değerlerimin, ailemin ve memleketimin bağrında keyifle yaşıyorum. Bir zamanlar nefes alamadığım reşit olduğum ilk anda terk etmeyi planladığım bu şehir; benim için harikulade hislerle anlatılmaz yaşanır olmuştur. Kazandığı sosyal değerleri, çağdaşlığı, yaşam stili, ulaşılabilirliği, güvenirliği, doyurduğu ve doğurduğu insan çeşitliliği, temiz havası, dağı, taşı, toprağı, aynı günde dört mevsimi yaşattığı eşsiz günleri… Şimdi tüm değerleri milyar milyar yıldız olmuş üzerime yağmakta. Ekmeğim, aşım, suyum, anam, babam, yârim, kundakta bebeğim; fark etmeden en kıymetlim oluvermiş; Manavgat.
SERPİL KOÇ
