AHMETLER'İN GAR'ALISI
Şimdi Bizi Kim Güldürecek?
Hepimizi gülümseten Ali Kara, bu kez bizi ağlattı! Sen bizi çok güldürdün Kara Ali, yerinde seni de Allah güldürsün!
Farklı, renkli, aykırı, ayrı, samimi, içten bizden kendi içimizden biri yüzümüzdeki mutluluğu ve yüreğimizdeki huzuru resmeden adam ve de gülmenin Ahmetler semalarında notasını yeniden yazan adam…Gülümse gülüşünde canlansın köy meydanı, Aldürbe’de duyulsun kahkahaların; gülüşünde çınlasın köy içi; gül ki yaşamın güzelliğine yol göster. Gülen adam, “deli oğlan”, “karaca oğlan”, “bizim oğlan”; güllümse mavi gökyüzündeki bulutların arasından, senin gülüşünün gölgesinde duralım. Gülümse, bir an gibi gelip geçtiğimiz dünyadan.
Akdağlar habersiz gidişine eridi, gülüşüne çiçekleri dizildi, yokluğuna kardelenler eğildi. Hoş sohbetine çoban evlerinde ateşler yükseldi. Şakalarına; gülmeyi unutanlar, ununu eleyip eleğini asanlar bile gülerdi. Unuttuklarımızı, anılarımızı ve yaşadıklarımızı tatlandırarak, ballandırarak resmederdi. Her yaşında Ahmetler tiyatrosunun sahnesindeydi, çocuklarla yedisinde, yaşlılarla yetmiş yedisindeydi.
Köy uyanırdı matem havasından, morali bozuk surat asanlar onun sesinde şenlenirdi. İğneli ya da tatlı sözleriyle güldüren, lafını esirgemeyip söyleyen, söyledikleriyle düşündüren köyün dervişiydi. Kalbinden geçeni sözünü eğip bükmeden, hatalarını bile insanların yüzüne şamar gibi indirirken köyün delisiydi. Cami avlusunda bekleyen cemaat onun şakalarındaki sözlerin etkisindeydi. Çünkü şakalı sözlerin arasında gerçekler gizliydi.
Uslanmayan, dur durak bilmeyen, lafını esirgemeyen, deli dolu, kafasını estiği gibi hareket eden haylaz, bir o kadar da yaramaz çocuk ruhlu köyün Gara Ali’siydi o. Köy meydanı onun gelişinde ve kahkahalı gülüşünde akıp gelen pınar gibi eğlenceydi. İnsanların yüreğini coşkuyla saran, sevgiyle açan bahar sevinciydi. Onun sözlerinde ve şakalarında gördükleri kendileriydi. Anlattığı konuların içinde, gelmiş geçmiş anıların peşinde duymadığı ve bilmedikleriydi. Aslında görmediğimiz ve bilmediğimiz daha önce yaşanılan hatıraları bize yansıtan ayna gibiydi o. İçinde bulunduğumuz anı ve duymadığımız olayları bize anlatan haberciydi. Hoş sohbetinde, şakalarında ve sözünde kendimiz, canımız, diğer yanımızdı, içimizden biriydi. Hiç yabancı kalmadık onun yanında.
Gülümseyen yüzünü gösterdi bize yaşamın hüzünlü akışında. Gara Abdullah’ın Deli oğlan yanımızda. Sözleri iğneliyse Deli Ali karşımızda. Duyduk duymadık demeyin, ne derse inanıp dinlemeyin, köyün delisi aramızda. Tatlandırıp şeker bal ederse Gara Alı gönül tahtımızda. Gülüşünde kendimizi gördüğümüz ve sözünde kendimiz bildiğimiz Ali Kara hep yürek atışımızda.
Dünyaya bu kadar gülerek ve şakalarıyla yaşadığımız anılara imza atan adamın ani gidişini çok arayacağız Ahmetler diyarında. Onun sesindeki canlılığı ve paldır küldür bağırışla, varlığını arayacağız köy meydanında. Hayatı o kadar ciddiye alan ve kendi etrafına bile gülmeyen insanları gülümseten adamı çokça ararız çocuk ruhumuzda. Gülüşündeki heyecanlı tok sesinde yaşamın güzelliği görünürdü, karlı dağlarda, suların akışında ya da çiçekler açmış, serilmiş bahar gibi karşımızda. Söverken bile gülerdiniz karşısında. Söz söylemesine gerek kalmadan gıdıklanıp gülenleri gördüm bakışında.
Onun hayata, insanlara ve olaylara bakış açısı herkesten ayrıydı aramızda. Hep isyan etmiş Ahmetler’de yokluğa ve yoksulluğa ver elini kaçmış baba ocağından Antalya’ya. Haksızlıklara da hep karşı durmuş yaşamında. Deli dolu, çocuk ruhundaki yaramazlıkları, onun en güzel sevgi anahtarı aslında. Herkese kucak açarken sevgisinde saygısında ve selamında, sabahında ayrılığımız yok insanlığımızda. Bir tebessümü çok görenlere inat gülüşünde aydınlandı yüreğimiz.
Sözünde bitmeyen hikâyelerin içinde yer edinirdi benliğimiz. Türkçesi düzgün, söyledikleri anlaşılır, akıp giden nehir gibi coşkuyla dinlerken onu, kendimizi bulurduk onun hatıralarında. Gün yüzüne çıkmamış anıları hikâye eder, kitap özeti gibi aktarırken gün görmemiş lafları da eklerken hikâyeye yeni bir tat veren ya da yaşanılanların yeniden notalayan orkestradaki şef gibiydi. Evden çıkınca köy içine gördüğü herkese söyleyecek bir sözü olur, herkese çatardı. Olmadık lafları söyleyerek hem kızdırır hem de güldürürdü karşısındakini. Söylediklerini sonra algılayanlar düşünce suçu işlemiş de, kaçak aranıyordu sanki. Cami avlusunda ya da odanın önünde gördüklerine daklaşırdı. İşlediği suçları şamar gibi sözlerle yapıştırırdı:
“Hırsız Ali, boşuna camiye secdeye yatmayın, Allah’ı kandırıp el açmayın, imamı cemaati de katmayın sizi toprak kabul etmez” veya “Biseel münafık toplanmışsınız, zikir yaparsanız” derken etrafındaki herkes kahkaha şenliğine katılırdı. “Kul hakkı yiyen, yalan söyleyen nerde hile horda yapan varsa camiye koşar” diye takılır, gülüşlerin arasında çeşmenin oradan ağrı gelen “Ulan Koca Osman, sen de mi bunlara uydun yoksamına?” deyince kahkaha perdeleri bir açılıp kapanırdı. Yaşar hocaya denmedik sözleri yüzündeki sevecen gülüşüyle “Hocam, beni de şeytan yerine taşlasan olmaz mı? Duydum ki sevabı fazlaymış.” Diyebilecek kaç kişi var aramızda? Köyümün insanları onun şakalarına gülüyordu. Köy meydanında sanki tellal çağırır gibi;
“Yaşar hocayla Hasan hocayı Saklarönü’ne gömüp öyle gideceğim bu dünyadan” diyerek yaöamı ti’ye alan kim kaldı?
Kendi şakasında göle maya çalan Nasrettin hoca misali, önce kendisi gitti Saklarönü’ne.
Köyün içinde gezerken gördüğüne sataşırdı. İnsanların yüreğinin içine bir kıvılcım gülümseme bırakırdı. “Ulan mendebur herif, gece benimle mi yattın ne bu suratın böyle?” deyince etrafta gülüşmeler uçuşurken “Vallahi avrat olsam, sana zırnık koklatmam” deyip gülüşlerin uzamasına sebep olurdu.
Aşağı mahallede kahkahalar kesilmeden, yukarı mahalleden gülüşler başlardı. İnbaşı’nda sesiyle, şamatasıyla, düğün şenliğinde, davula ilk vuran o olurdu. Üzülen, kırılan ve hüzünlü ruhumuzun ilacı gibi gülerek şen ve şakacı tavırlarıyla gönlümüze güneş gibi doğardı. Onun sözlerinde ve gülüşünde; kırılmış kalplerimiz, yanan bedenimiz su serpilmiş gibi ferahlayıp dinginleşirdi. O etrafını ateş çemberi gibi insanlarla çevirirken hoş sohbeti ile bizler dünyanın yükünü derdini ve tasasını üstümüzden atmış her şeyi unuturduk. Bilirdik ki o bizi bilinmez bir yolculuğun yolcusu yapıyordu.
Atatürkçü kimliği ve Galatasaraylılığıyla renkli kişiliğini asla saklamazdı. Onunla konuşmak ve sohbet etmek yaşamın içinde zamansız yitip giden an be an olurdu.
Köy meydanındaki zeytin ağacının gölgesinde otururken Ali Bekçi, camiye doğru gidiyor. Gara Ali hemen lafı atıyor:
“Ali emmi, gel etme eyleme, borcunu bana öde.” Ali bekçi durur kafa kıvırır, Gara Ali’ye doğru ilerler:
“Ay utanmaz Alı, ne zorun senin, namaz kılman, oruç tutman, Allah’a bu kadar borcu nasıl ödeyeceksin?” derdi. O sırada cami imamı oradan namaz için İki Ali’nin yanından geçerken Gara Ali “Hah işte, hocam beri bak hele bir” der. Hoca yanlarına gelirken, Gara Ali banka kredi kartını eline alıp hocaya uzatır:
“Hocam, Ali dayım benim Allah’a borcum olduğunu söylüyor, şu benim kartı al da benim sevabıma günahıma kartı çek taksitlendirelim” deyince oradaki herkesle birlikte imam başlar gülmeye. Ama Ali Bekçi “puuuu” sana der. İmam ve Ali Bekçi camiye doğru gülerek giderken Gara Ali tekrar seslenir:
“Benden günah gitti, ben Allah’ın elçisine de yanındaki safına da söyledim. Vebalı boynunuza.“ Artık cami avlusunda, köy meydanında insanların gülüşü yankılanırdı.
Yaşadığı her dönem için köyüne duyarlıydı. Yangın sardığında aramızdaydı. HES nöbetlerinde yanı başımızdaydı. Aldürbe Yayla Şenliğinde, köyün düğününde, cenazesinde, odanın önünde, mahallemizde, evlerimizin önünde, Goramşa’da, Taşharman’da, Dereyüz’de, Bayıryüz’de, Güğlen dağının eteklerinde ve Toroslarda yakılan çoban ateşi gibi kendi ocağımızdaydı.
Elif demiş tutmuş elini, birlikte yürüyelim hayat merdivenini, söylemiş hasretli sevda türkülerini, kıl çadırlar sarayken gelmiş Sevim’i. Ekmek kavgası, hayatın telaşı, can içinde Cansev’i, umudun, sevdanın ve isyanın dalgalanan ateşi Deniz’ini bağrına almış ömür yolculuğunda.
Benim çocukluğumda Pepe’nin bakkalının karşısında Delibaş Mustafa’nın evi vardı. Bahçesinde bir gün tahtadan kaşık ve kepçe yapıyordu. Koca Cıba’nın oradan gelen Gara Ali “Boba, boba ben geldim” deyince Delibaş Dedenin beti benzi atmış, her şeyi elinden fırlatıp “bu naalet nerden çıktı şimdi” diyerek hızlıca tahta çardağın kapısalağını da kapatarak eve girmişti. Gara Ali evin önüne gelince baktı Delibaş Dedeyi göremese de sözlerini sürdürdü:
“Bobaa anam seni sorar, bobaa seni özledim, bobaa gel sarılalım” derken Delibaş elinde sopa ile evden hışımla çıkıp Gara Ali’nin peşine düşmüşü ama mümkün değildi onu yakalaması. Fakat onu her gördüğünde “baba” diyerek ona koşması, Delibaş’ın öfke ve sinir nöbetlerine girmesine sebep olur, etrafında gülüşmelerin ve kahkahanın fırtınasına tutulurdu.
Ali Kara’nın kendine has bir mizah tarzı vardı. Tabi ki o da bunu biliyor ve milleti güldürmek için yapıyordu. Kendi babası öldükten sonra Delibaş Dede’ye “Baba” diye söylenmesi herkesin yüzünde silinmez bir gülümseme bırakırdı.
Antalya’da Delibaş Goca hayatının son yıllarında bir gün hastanede yatıyor. Başucunda oğulları Ramazan, Osman, Mehmet ve kızı Hatice bekliyor. O sırada hastane koridorunda Gara Ali’nin sesi duyulur:
“Bobam nasıl oldu?”
İçerde hasta yatağındaki Delibaş Dede canlanır; kızı Hatice Koç’a “Kim kızım o ?” diye sorar.
“Bizim Ali baba, Kara Ali” der. Delibaş, kendi oğlu Ali’yi beklerken kapıdan Gara Ali kafayı uzatıp;
“Bobaa nasıl oldun?” deyince Delibaş Dede:
“Bulunmayasıca burda da mı buldu beni?” der. Ama onun gelişiyle matem havası dağılır, yüzlerde gülümseme serilir ortama.
Daha sonra Delibaş Mustafa ölünce Gara Ali’ye yine eğlence çıkar ve Delibaş’ın çocuklarına “Babamın mirasından bana pay vermediniz” diyerek gülüşünü ve gülümseyişini herkese bulaştırırdı.
Hayatımıza bu kadar renk katan ve gülüşün her türlüsünü yaşatan güzel adam Gara Ali, en sonunda hepimizi ağlattı. Ahmetler köyüne arada bir uğrayan Dedem Korkut, gönülden bir selam yollayan Mevlana, aykırı düşlerini yansıtan Nasrettin Hoca, düzene karşı duran Karacaoğlan, isyan türküleri haykıran Mahsuni Şerif, haksızlığa karşı bayrak açan Deniz, perdenin arkasından güldüğümüz Hacivat, Karagöz, Yörüklerin kıl çadırında Deli Hacı, evimizde can içinde can yoldaşı, arkadaş, baba, dede olurken hepimizin yanı başımızda hayata gülümseyen yüzü oydu.
Varlığında hep içimizi ısıtırken yüreğimize ışık tutup ruhumuzu aydınlattı.
Biliyorum ki senin hatıran Ahmetler’in toprağında dilden dile aktarılacak. Akdağlar’da, Aldürbe’de, Güğlen’de ve köyde gülüşün kalsın bizde. Hayata gülümsedin ya hep bizim yüreğimize esinti gibi su gibi serptin, gülüşün renklerini verdin bizlere. Yine gülümse bizlere gittiğin yerden güzel adam.
Sen herkesi güldürdün, yerinde Allah da seni güldürsün!
Işıklar içinde kal!….
MEHMET KOCAAKÇA
