CORPORATE
DAĞLAR
Dağlar benim özgürlüğümdür. Al, beyazlar içinde güneşli günümdür. Sevincimi, hüznümü dağlara veririm ben; dağlar benim öteki yüzümdür. Alıp başımı gidersem çiçekler, ağaçlar, karlar ve toprağında yeşeren çimenlerin doğal güzelliğinde kendimi daha bir huzur içinde bulurum.
Güğlen ve Ak Dağın doğa yapısı bulunmaz bir görsel zenginliktir bizlere. Ana kucağı, baba ocağı gibi açar kollarını hepimize ve bağrında yaşatır bizi; uzun olsa da açıktır yolu gidenlere. Tanıdıkça iç çekersiniz heybetli duruşuna. “Şimdi orada olmak isterdim” deriz birçoğumuz. Bir özlem gibi sevdayla bakarız karlı yüksek tepelere. Uzanıversek, yürüsek uzaktaki dağlara, üstünde taşır bizi. Ayaklarımızın altında çakıl olur sanki dağlar.
Bunları hep uzaktan seyrederken düşünürsünüz. Uzaktan bakınca daha bir güzel derken yaklaştıkça dağlara bir seni değil binleri kucaklar dağlar. El atsak ağacının dalına tutunuruz bazen ya da gölgesine uzanırız bir nefes soluklanmak için.
Ah dağlar!... Ne zaman başımız derde düşse onun herkesi kucaklayan doğallığına sarılırız. Yiyeceğini, giyeceğini, gizleneceğin evini bile içinde saklar. Dağların genişliğini ve onun sağladığı doğal zenginliği hiç bir yerde bulamazsınız. Onun yüreği her türlü ağacı, meyveyi ve de her türlü canlıyı da bağrında yaşatacak kadar engindir.
Doğanın dengini ve rengini doğallığında yaşatır. Yapmacık hiç bir olgu yoktur ki her şey kendiliğindendir. Bin bir çiçekleri çimenlikli yamaçlarında besler. İnsanoğlunun acımasızlığına ve kıyımına rağmen kendi tohumunu kendine bırakıp yeniden yeşerip filizlenir…
Su kaynakları bağrından fışkırıp yeryüzünü serinletir. Irmakları maviden çağlar, sular ağaçların yeşilini çalar da akar. Dağların kendi güzelliğidir bu; suyunu, ilacını kendinden alır, yine kendine verir. Dağların bağrında ne hazineler barınır; doğanın heybetli krallarıdır dağlar; insanoğlunu n anası gibidir dağlar. Her meyveyi, ceviz'i, badem'i, armut'u, üzüm'ü, nar'ı, böğürtlen'i, zeytin'i, elmayı toprağında besleyip insana sunar. Çeşit çeşit mantarı, türlü, türlü bitkileri, renk renk çiçekleri bizlere şifadır.
Kekliği uçar, geyiği taştan taşa seker dağların… Aslanı kükrer, serçesi öter, kurdu ulur, kuzusu, oğlağı meler, köpeği ürer, tavşanı zıplar… Şahini keskin bakar, kartalı halsiz avlar… Horoz arada tekler, tilki uyanık gezer, kaplumbağa uzunca yolda yürür, çakallar tetikte bekler. Karıncalar yükünü yüklerken herkesi bağrına basan dağların varlığı ve içinde yaşattıkları ile her şeyi ile bizimdir dağlar.
Sevdamızı alırsak dağlara çıkarız. Kurşun sıkarsak öfkemize dağlara salarız. Sevdiğimizi vermezlerse dağlara kaçarız. Dağlarda sevdamızı saklarız, günahımızı paklarız. İsyan ateşlerini dağlara yakarız. Gidip gelmeyenleri özlerken dağların ardına bakarız. Yaşamamız için bize karşılıksız ekmeğini, suyunu veren kucağını açan dağların inlerine sığınırız. Ruhumuzu dinlendirmek için üstümüzdeki yükleri atmak için arada bir ateş yakıp gönlümüzü eğlendiririz. Doğanın içine salınıp geziniriz. Çimenlikte çiçeklerle bahar sevincini çocuk ruhumuza verip tepiniriz. Bir ağacın gölgesinde sessizliğin huzurunda dinleniriz. Ağaçların, yaprakların, çiçeklerin doğallığında gözlerimiz gülerken, bütün dertleri, sıkıntıları, yorgunluğumuzu doğanın üstüne serperiz.
Ben dağlarda büyüdüğümden olmalı, hep özlemini çekerim dağların. Ne zaman ki yorulsam, ruhum daralsa Ahmetler yakasındaki Güğlen’e sığınırım. Olmazsa alır başımı giderim Ak Dağlardaki Aldürbe’ye ya da Murtiçi tarafındaki Felfiri’ye, Akseki’yi aşarsak Giden Gelmezin gölgesine…
Dalların yapraklarından esen yel ile yiterim. Otların, çiçeklerin kokusuyla biterim. Bazen bir yürüyüştür, bazen bir ağacın gölgesinde uzanmak, bazen de arkadaşlarla mangal yakmaktır. Hepsinde amaç kentin üstümüze yüklediği stresten uzaklaşmak kıza süre de olsa gönlümüzü neşelendirmek.
Gidemezsem dağlara kavuş özlemim yanarken eririm. Ama bir yolunu bulup hayalimde canlandırıp dağlara giderim. Dağlar ki insansız olmaz; kendi özümü, kendi insanımı ararım dağlarda… İbo Koç'un, Ali Yücel yeğenimin sazının tınısıyla, ağıtlarıyla dağın üstündeki bulutlara yükselirim. Zobu'nun, Mustafa Zor'un, Ecevitoğlu'nun, Çilingir’in av hikayeleriyle dere, tepe gezinirim. Kara İrbem’in, Pantır’ın, Sarı Memed’in sohbetlerinde Aldürbe’de, Güğlen'de yoksulluktan filizlenen yaşam anılarında açılır bahar çiçeklerim. Almanya’dan Mehmet Arslan’ın, Apo Öz’ün, İstanbul’dan Huriye’nin, Şadan Öz’ün, İzmir’den Ali Yücelalp’in, Antalya’dan Hüseyin, Ali Karaların Hasan Özer’in, Mustafa Koçların, Evren’in, Sevim’in, Savaş’ın, Cem’in, Fransa’dan Musa Karakaya’nın, Bursa’dan aşık Mehmet Arslan’ın, Elif yeğenin göremediği gurbet ellerde yaşarken yüreğinde taşıdıkları dağlar ki her gün hasret eteşlerinde alevlenirim.
Ben yeşille örtülen, ağaçların kokusuyla bürünen dağların hasretini çekerim. Havutbaşı’ndan, Tomsubaşı’ndan, Çıkılantaş’tan, İmalı'dan seyrederim alemi, geleni gideni arar gözlerim. Taşında, ağacında, toprağında, havasında suyunda arınırım dağların.
Dağlar, benim sevdalımsın,
Tutunduğum dalımsın,
Sarıldığım canımsın.
Ara sıra esen rüzgarım,
Çiçekler içinde baharımsın.
Yüreğim yangın barınağım,
Başım dertte sığınağımsın.
Kurak toprağıma akan pınarım,
Kara toprak alırsa gözyaşımsın,
Sen ki dağlar ben yaşadıkça yaşamımsın.
Dağlar benim sevdiğim,
Gidenlere hasretimsin,
Ayrılırsam özlemim,
Duvardaki resimlerim,
Sevdalı türkülerimsin,
Beni bekleyen gelinciğimsin,
Toprak damlardaki ateşimsin,
Ahmetlerdeki soframda ekmeğim,
Her gün doğan ufuklardaki güneşimsin,
Kar beyaz emeğimsin,
Sen ki dağlar ben yaşadıkça nefesimsin.
Eğer içinde bir toprak hasretin varsa
Dağlarımı, taşlarımı sen de
Bitmez bir Ahmetler sevdasıyla özlersin.