CORPORATE
Ali VAROL Yazarın Tüm Yazıları
Ben emekli öğretmen Ali Varol. Yazı yazmayı ve resim yapmayı severim. Manavgat Ahmetler köyünde doğmuş, orada büyümüşüm. Köy yaşamını iyi tanırım ve doğa ile iç içe olmak keyiflidir. Çocukluğumda aileme yardım ederken çift ve harman...
BAKIŞ AÇISI
Aslan, Kartal, Doğan, Şahin okulda çok iyi arkadaştılar. Orman Dairesinin düzenlediği “Ormanlarımız ve Yangınlar” konulu bir öykü yarışmasında bu dört arkadaş derece almıştı. Ödül olarak bir geziyi hak etmişlerdi. Gülen Dağı’nın başındaki yangın gözetleme kulesine gidilecekti. Bir tatil günü geziye çıkacaklardı. Onların bu başarılarını, arkadaşlıklarını bazı çocuklar çekemediler, kıskandılar. Onları sevmeyen bu çocukları sevindiren bir şey oldu. Kem gözlü çocukların nazarı mı değdi nedir, bu dört arkadaş sudan nedenlerle bozuştular. Aralarına kara kediler girdi. Şimdi konuşmuyorlar. Konuşmuyorlar ama önceden kararlaştırılmış olan gezi günü de gelip çattı.
Sabah devlet daireleri açılırken çocuklar gezi çantalarıyla beraber Orman Dairesi’nin önüne geldiler. Orman Dairesine ait yeşil renkli çift kabinli ufak bir kamyonete bindiler. Sürücü Korkut Amca da bindi arabaya, yürüdüler. Yolda Korkut Amca bu arkadaşların uzun süre sessiz kalmalarından kuşkulandı.
“Çocuklar maşallah sohbetinize doyum olmuyor! Siz ödül aldığınız için geziye mi gidiyorsunuz yoksa cezalı olarak sürgüne mi gidiyorsunuz?”
Öndeki Aslan:
“Ne sayarsan say.”
Sessiz sedasız dağın tepesine geldiler. Tepe deniz seviyesinden 1550 m. yüksekteydi. Tepede birkaç baraka, bir bina, birkaç telsiz verici – alıcı anteni, bir de yangın gözetleme kulesi vardı. Tepeden her taraf ayaklarının altına serilmiş gibi aşağıda görünüyordu. Oradaki bekçiler onlara “Hoş geldiniz!’ dediler, ellerini sıktılar. Gençlerin acelesi var gibiydi. En çok da gözetleme kulesini merak ediyorlardı. Korkut Amca önlerine geçti.
“Gelin gözetleme kulesine çıkalım. Oradan her taraf daha iyi görünür.”
Kuleye çıktılar. Son kat dört pencereli bir odaydı. Arkadaşlar birbirleri ile küs olduğundan yan yana gelmek istemediler. Her biri bir pencereye gidip oradaki dürbün ile uzakları yakın edip gözetlemeye başladılar. Korkut Amca gene laf attı ortaya:
“Gençler burası adı başında yangın gözetleme kulesi. Tanıyın bakalım uzaklarda yangın dumanı görüyor musunuz?”
Gençler uzaklarda, yani dürbün ile çok berilere getirilmiş yakınlarda, yangın dumanı aradılar ama göremediler. Hepsinden kısa raporlar geldi:
“Yangın dumanı görünmüyor Korkut Amca!”
“Korkut Amca bu tarafta da yok.”
“Bu yönde de yok.”
“Her taraf selâmet bu gün.”
Korkut Amca raporlara memnun oldu. Kendi de telefonunu açıp Orman Dairesindeki şefine rapor verdi.
“Şefim durum sakin.”
Sonra az konuşan ya da hiç konuşmayan çocukları konuşturmak için:
“Gençler gezimiz bitince herkes neler gördü, neler yaşadı birer rapor yazıp gezi ücreti olarak müdürlüğümüze verecek. Ne yazacağımızı isterseniz şimdiden konuşup hazırlayalım. Yazacaağınız raporları bana sözlü olarak söyleyin bakalım.”
“Nasıl yani?”
“Yani, yangın dumanı görmüyorsunuz, peki ne görüyorsunuz? Kartal rapor ver bakalım: Sen ne görüyorsun?
Kartal kulenin batı kenarındaki pencereden bakıyordu. Anlattı:
“Ben çoook geniş bir orman denizi, bu orman denizinin içinde bir göl görüyorum. Bu göle gezmeye gitmedim ama orasının Oymapınar Baraj Gölü olduğunu düşünüyorum. Harika görünüyor. Gölün üzerinde tekneler, balık avlayan adamlar hemen önümde gibi yakına gelmişler. Bu dürbünler çok güzel yaklaştırıyor. Aşağıda daha küçük bir göl daha var. O da ikinci baraj gölü olmalı.”
“Daha başka?”
“Bu kadar!”
“Koskoca Gülen Dağı’nın tepesinden yalnız baraj göllerini mi gördün?”
“Benim penceremden onlar görünüyor.”
“Bu rapor eksik gibi geldi bana?”
“Bilmem, eksik mi?”
Korkut Amca Kartal’ı bırakıp kuzey pencere önünde duran Doğan’a sordu:
“Doğan sen ne görüyorsun? Bir de senin raporunu dinleyelim.”
“Tamam, Korkut Amca raporumu veriyorum. Tam karşımda karlarla örtülü yaylalar var. Hemen önüme gelmişler. Elimi uzatsam bir avuç kar alacağım gibi görünüyor. Dağların bazı yerlerinde karlar erimiş. Kar olmayan yerlerde davar sürülerini, otlayan hayvanları teker teker say. Bu dürbün çok güzel gösteriyor.”
“Başka ne görüyorsun? Senin pencereden baraj gölü görünmüyor mu?”
“Görünmüyor. Yalnız sıra sıra karlı dağlar görünüyor. Yaz sıcaklarında bu karların yanında olmak var ya… Dünyaya değişmem.”
“Doğan senin raporun da eksik gibi geldi.”
Sırası gelen Şahin de raporunu sıraladı. Şahin doğu yönündeki pencereden bakıyordu:
“Bu yönde ormanların arasında Karpuz Çayı, Ahmetler Kanyonu uzanıyor. Kanyonun kayalıkları ne kadar da yüksek, ne kadar da heybetli… Kayaların arasındaki yeşil yerlerde kocaman boynuzlu dağ keçileri yayılıyor.”
“Sahi mi? Ben de göreyim şu dağ keçilerini.”
Şahin kenara çekildi, Korkut Amca dürbünle baktı.
“Gerçekten bir keçi, bir teke iki de oğlak var. Tekenin boynuzları kollarım gibi kalın ve uzun. Şansımızda dağ keçilerini görmek de varmış.”
Sonra öteki gençlere döndü:
“Gençler isterseniz siz de bakabilirsiniz.”
Ötekiler burun kıvırdılar.
“Hıh, ben küs olduğum adamın penceresinden bakmam.”
“Ben de bakmam.”
“Ben de.”
“Sahi yahu siz küs olduğunuzdan birbirinizin penceresinden bakmak istemezsiniz. Ama arkadaşlarınızın penceresinden bakmazsanız da verdiğiniz raporlar eksik kalır. Eğer Gülen Dağı gözetleme kulesinden kanyondaki dağ keçilerinin kaç tane olduğu söylenmezse o rapor eksik demektir. Demek ki insanın eksiksiz görebilmesi için arkadaşının penceresinden, arkadaşının gözüyle de bakmalı çevresine, çevresindeki olaylara. Yalnız kendi dar açılı penceresinden bakarsa çevresi hakkında vardığı sonuç eksik ya da yanlış olabilir.”
Aslan:
“Korkut Amca sen önemli laflar ettin bana göre! Kendi penceresinden bakmak, arkadaşının penceresinden bakmak… Düşünecek olursak bu sözler insanın davranışını etkileyecek sözler. Şimdi düşünüyorum da ben güneye bakan penceredeyim. İki tane deniz görüyorum. Biri Toros Dağları’ndaki orman denizi, biri de Akdeniz. Maşallah ormanlarımız da deniz gibi geniş. Yurdumuzun, dünyamızın havasını temizleyen akciğerler. Dürbünle bakınca bu ormanın içinde köy evleri de görünür. İnsan düşününce bu köylerde yaşayan insanlar bu ormanları gözleri gibi koruyor. Kendi malı gibi bakıyor, yangın çıkarmıyor. Ben penceremden bunları görüyorum. Ama şimdi sen diyeceksin ki: Eksik değil mi? Eksik olur elbette dar açılı bir pencereden bakarsan. Ben sadece benim penceremden bakarsam dağ keçilerini de göremem, karlı dağları da göremem, baraj gölünü de… O zaman sen de raporun eksik dersin. Ben izin verirsen arkadaşların penceresinden de bakmak istiyorum. O zaman raporum, daha sağlıklı, daha eksiksiz olur.”
“Elbette arkadaşlarımızın penceresinden de görüntülere, olaylara bakmaya alışmalıyız. O zaman ‘benim gördüğüm eksiksiz, en doğru ben düşünürüm’ demeyiz. O zaman daha kolay anlaşırız. O zaman başkalarını hor görmeyiz. Eksiksiz görmek için, sağlıklı düşünmek için arkadaşımızın penceresinden bakmak kadar çatıdan bakmak da sağlıklıdır. Şimdi ilkin arkadaşımızın baktığı pencerelerden bakalım sonra çatıya çıkıp oradan çevremize geniş açıdan birer kere daha bakalım.”
Bu konuşmalar etkisini gösterdi. İlkin küs olduğu için yerlerini arkadaşlarına vermeyen, arkadaşlar yumuşayıp yelkenleri aşağı indirdiler. Küs kalmanın kendilerine de zararı olacağını fark ettiler. “Küs kalırsam benim raporum eksik olacak, arkadaşlarımın penceresinden de bakarsam raporum daha sağlıklı olacak.” diye söylendiler. Dar görüşlü kalmak istemediler. İçten bir hoşgörü ile yerlerini değiştiler. İlkin bir açıdan bakıp dar bir görüş ürünü olan raporlarını kendileri de eksik buldular. Yeniden daha düzgün daha sağlıklı raporlar düzenlediler.
Sonra balkondaki merdivenden etrafı korkuluklarla çevrilmiş çatıya çıktılar. Çatıya çıkınca hepsi birer “Oooh be!” çekti. Fotoğraf makinelerini çıkarıp her yönden görüntüler aldılar. Bir yandan da konuşuyorlardı.
“Aşağıda dört pencereli odada yaşadıklarımız bencil olmanın “Benim gördüğüm eksiksizdir, doğrudur” demenin yanlış olduğunu ne güzel anlattı.”
“Çatıdan bakmanın, geniş açıdan bakmanın hoşgörülü olmak için ne kadar faydalı olduğunu da öğrendim ben.”
“Bu gezi başkasını hor görmezden önce acaba ben yalnız kendi penceremden mi bakıyorum, benim de bir eksiğim olabilir mi diye düşünmeyi öğretti.”
“Kesinlikle ben de öyle düşünüyorum. Hem eğlendik hem öğrendik.”
O sırada aşağıdaki bekçilerden ses geldi:
“Çay hazırladık, aşağıya buyurun!”
Aşağıya indiler. Barakanın içinde bir oturma odası bir mutfak, tuvalet - banyo vardı. Korkut Amcanın kullandığı çift kabinli orman arabasının üstünden çantalarını alıp mutfağa girdiler. Oturma odasındaki bir radyodan çıkan ezgi odayı dolduruyordu.
Beni hor görme kardeşim,
Sen altınsın ben tunç muyum?
Aynı vardan var olmuşuz,
Sen bakırsın ben sac mıyım?
Ezgiye kulak veren Aslan söylendi:
“Ben de bu âşık gibi düşünüyorum. İnsanlar ötekinin penceresinden de bakmaya alışıp onu anlamaya çalışmalı.”
“Bu gün dört pencereli gözetleme odasında bunun farkına vardık.”
İhtiyacı olanlar tuvalete girip çıktı. Ellerini yıkadılar. Çantalardaki pasta börek, içecek ne varsa mutfaktaki masaya koydular. Güle, şakalaşa yiyeceklerini yiyip çaylarını içtiler. Gençlerin keyifleri yerindeydi ancak sürücü Korkut Amca kaygılıydı.
“Gençler, gelirken sessiz sedasız gelmiştik. Başım dinlenmişti. Şimdi giderken şamatayı artırıp başımı şişirmezsiniz değil mi? O sessizliğin acısını çıkarır mısınız yoksa?”
Güldüler. Aslan, Korkut Amcanın yüreğine su serpti:
“Korkma Korkut Amca! Biz bu gün her konuda ölçülü olmak gereğini de, başkalarını hesaba katmak gerektiğini de öğrendik galiba.”

