![Ahmetlerin Tarihçesi-3. Bölüm](https://www.ahmetler.com/imgs/950x534x2/ahmetler1970ler_ibrahimkoc_1.jpg)
AHMETLER’İN TARİHÇESİ
TÜRKİSTAN’DAN ANADOLU’YA…
Mustafa KOÇ
3. BÖLÜM
TAŞHARMAN'DAN TAŞKUYU’YA
Köyün Tarihini Değiştiren Bir Göç Hikayesi
Köyün bilinen en eski ve en geniş ailelerinden biri olan Yerli Yusuf ve çocukları, akrabalarıyla birlikte Taşharmandaki köy yerinde kendi hallerinde yaşamaktadır. O yıllarda Goramşa’dan ve Aşağıköy’den sonra Ahmetler, Taşharman’a köy kurmuştur.
O dönemde Osmanlı’da Tımarlık Sistemi vardır. Bu sistemde 20.000 akçeye kadar geliri olan topraklar, devlet adına bir tımara veriliyordu. Tımarlık sisteminde toprağın işlenerek, devletin masrafa girmeden büyük bir askeri kuvvet sağlaması ve ekonomik hayatın gelişmesi amaçlanmış. Ancak zamanla bu sistem içerisinde yolsuzluk ve rüşvet olaylarının baş göstermesi, tımarlık sisteminin bozulmasına ve imparatorluğun çökmesine sebep olan nedenlerden biri olmuştur. (*) bakınız: Tımar Kanunu
Demek ki yolsuzluklar, rüşvet ve haksızlıklar o zaman da varmış. Dua edelim, Osmanlı’yı batıran bu kötü alışkanlık inşallah Türkiye Cumhuriyetini batırmaz.
İşte bu tımarlık dönemde Manavgat bölgesinde zalim bir tımar yaşamaktadır. Ancak o devirde padişah adına vergi toplayan tımar, halka her türlü eziyeti yapan biri haline gelmiş, ahali, onun zulmünden bıkmıştır. Adam, haksızlığı ve zulmü o kadar ileri götürmüş ki insanlara;
“Sen malını getir, sen karını getir.” diyerek akla gelmeyecek hakaretlerle ve zorbalıkla hüküm sürüyormuş.
Tımar denen kişi kısaca devlet adına topraklardan sorumlu olan zalim mi zalim, bir çeşit devlet gücüne yaslanan resmi “devlet ağası…”
Tımarın zulmü bütün halkı öylesine bıktırmış ki kimse sesini çıkaramaz olmuş ve halk korkusundan adeta sinmiş. Ahmetler’in de bağlı olduğu bu tımar bir gün Delibaşlardan fakir birinin öküzünü zorla elinden almış. Bu olay ise adeta bardağı taşıran son damla olmuş.
Yerli Yusuf’un oğulları da yiğit mi yiğit; korkusuz mu korkusuzmuş. En büyükleri Pantır Ahmet'miş. Haksızlığa karşı her zaman isyan ederlermiş. Onların cesurluğu ve haksızlıklara karşı gelişleri bütün bölgede biliniyormuş. Zulüm ve haksızlıklar o kadar artmış ki yoksul Delibaş’a yapılan son haksızlık onları çileden çıkarmış. Hepsi toplanıp “Bu zulümden halkı nasıl kurtaralım?” diye düşünmeye başlamışlar. Pantır Ahmet; “Halkın bu tımardan çektikleri yeter artık!” demiş. Bunun üzerine; “Bu adamdan kurtulmadan köyümüze de Manavgat’a ve bütün bölgeye de huzur yok" diyerek zalim tımarı ortadan kaldırmaya karar vermişler.
Bir gece ovaya inerek tımarın evini çevirmişler. Gecenin ortasında dışarıya çıkan adamı, evin çardağında vurmuşlar. Fakat sonradan anlaşılmış ki vurulan kişi, o zalim adam değil onun kahyasıymış.
Olay duyulunca tımar ve tımarın adamları, bunu kimin yaptığını araştırmaya başlamışlar. Sonunda “Bu işi bu bölgede Ahmetlerdeki Yerli Yusuf’un oğlanlarından başka kimse yapamaz” diye düşünmüşler. Bunun üzerine kalabalık bir zaptiye grubuyla Taşharmandaki köyü basmışlar. Köye yapılan bu saldırı sırasında Yerli Yusuf’un oğlanları ve diğer köylülerin çatışmasında yedi zaptiye ölmüş. Zaptiye grubu, gördükleri bu direnç karşısında yerli Yusuf’un oğullarını yakalamanın zor olduğunu düşünerek Taşharman’dan geri çekilmişler.
Zaptiyeler gidince bütün köy toplanıp "ne yapalım" diye düşünmeye başlamış. Sonunda, “Bu adam, bizi burada yaşatmaz.” diyerek Taşharman’ı terk etmeye karar vermişler.
Yeri Yusuf ve oğulları, ailece Tarsus'a kaçmaya karar vermişler. Çünkü o devirdeki eyalet kuralları, sınırların dışında kalanlara uygulanamıyormuş.
Köydeki erkekler ve ailenin büyük bir bölümü beklemeden Tarsus’a kaçmış. Geri kalanlar da köy yerini terk ederek dağılmışlar. Nitekim onlar köyü boşalttıktan sonra büyük bir zaptiye grubuyla gelen Tımar ve adamları, Taşharman’ı yakıp yıkarak yerle bir etmişler. Ahmetler'in o zamanki evlerinin kalıntıları bugün bile hala Sokmaağzı’nda duruyor,
Yerli Yusuf ve oğulları biraz varlıklı bir aileymiş. Ailenin altın dolu bir küpü varmış ve bu sadece Yerli Yusuf’un karısının koruması altındaymış. Bu karışık dönemin ve korkulu günlerin telaşı arasında altın dolu küp, annelerinin güvencesi altında bildikleri için kimsenin aklına gelmemiş. Tarsus’a kaçıp oraya yerleştikten sonra çocukları annelerine; “Anne, altın dolu küpü ne yaptın?” diye sormuşlar. Kadın da “Zeytin ağaçlarından birinin dibine gömmüştüm oğul” demiş.
Aradan biraz zaman geçmiş; tımar sistemi ve tımar değişmiş. Tarsus’a göçen ailenin büyük oğlu Pantır Ahmet, köye geri dönüp hem altın küpü aramış hem de olan biteni izlemiş. Zeytin ağaçlarının diplerini kazarak altın küpü aramış ama bir türlü bulamamış. Ayrıca bırakıp gittikleri tarlalarını, Kızılbük ve Taşharmandaki topraklarına Tarsus’a gitmeyen akrabaların el koyduğunu, arazileri ekip biçtiğini görmüş.
Tarsus’a dönüp babasına kardeşlerine ve öteki akrabalarına durumu anlatmış:
"Ortalık yatışmış ve olaylar unutulmuş, gelin Ahmetler’e, topraklarımıza geri dönelim" demiş.
Babası ve bütün akrabaları, oturup düşünmüşler; “Biz artık buradan geri dönemeyiz, Taşkuyu’ya yerleştik; verimli, geniş topraklarımız var; düzenimizi de kurduk; ama istersen sen dönebilirsin” demişler. Pantır Ahmet de kardeşlerinden biriyle birlikte köye dönmeye karar vermiş. Ailenin büyük bölümü, yani diğer beş kardeş ise Tarsus’ta kalmış,
Pantır Ahmet, köye geri gelince ailenin eski tarlalarını geri almış ve burada yaşamaya başlamış. Bir süre sonra, orada kalan diğer akrabalarını da yanına alıp köylüleri yeniden toplamış. Hep birlikte köy yerini değiştirmeye karar vermişler. Taşharman'dan ayrılıp biraz daha yukarıdaki köyün şimdiki bulunduğu yeri seçmişler ve Ahmetler'i yeniden kurmuşlar.
Köyümüze adını veren Ahmet adlı üç çoban gibi bu kez de onların torunlarından Pantır Ahmet'in bugünkü köyü kurması, bu köyün bir kaderi olmalı.
Şunu biliyoruz ki atalarımız iyi ve yiğit insanlardı. Hepimizin genlerinde Ahmetler’i kuran üç insandan gelen “cesaret, adalet ve asalet” erdemleri olduğunu unutmayalım. Köyün geçmişine baktığımızda köylülerimiz arasında hiçbir kalıcı kötülük, düşmanlık olmamış. Kimseye kin tutmayız, ama haksızlığı da sevmeyen insanlarız. Doğrunun ve haklının yanında olma huyumuz hala silinmemiş. Karaman Türklerinden olduğumuz için olmalı, sadece ruhumuzda bir parça "muhaliflik" kalmış. Kültürün ve davranışların da genetiği olmalı. Adil ve cesuruz, ama biraz da haksızlığa itiraz etme huyuna sahibiz.
Elbette hiçbir şey olduğu gibi kalmıyor. İnsanın olduğu yerde her şey olabilir. Değişim dediğimiz şey insanı da, kültürünü de alıp götürebiliyor. Çünkü zaman dediğimiz şey insanları ve toplumları müthiş bir değişime zorluyor. Günlük hayatın baskısıyla ve çıkar ilişkileri nedeniyle elbette zaman zaman sorunlar olacaktır. Bunlar insanın tabiatında vardır. Ancak yine de çok şükür ki bunca yıldır insanlarımız arasında çözümsüz bir husumet yaşanmamış. Geçmişten bugüne hiçbir çözümsüz sorun miras devralmamışız.
Geçinmeyi zorlaştıranlarımız, uyumsuzlarımız, yaramaz çocuklarımız elbette var. Bunlar, biraz da kendimizi aşma ve kendimize güvenme huyumuzdan geliyor. Bu düşünceleri, gelecek kuşaklara anlatmak için yazıyoruz. Bunları asla bir öğünme ya da yerinme olarak almadık. Bir üstünlük olarak da görmemeliyiz; ama geçmişimizi bugüne, yaşadığımız döneme bağlayarak gerçekçi olmak adına sadece bir durum saptaması yapmaya çalıştık.
Demem o ki bu köyün insanları köyüyle ve köylüleriyle guru duyarken, herkesin içinde saklı bir Ahmetler sevdası varken geçmişten akıp gelen bir birikim ve sosyal kültürü unutturmak istemiyoruz.
***
Ahmetler’in okulunu Cumhuriyet’ten sonra 1950’lerde köylülerimiz yapmış. Bütün eksiklerimize, cahilliklerimize, okuyamamışlığımıza rağmen insanımızda var olan arifliği, insanlığı, hoşgörüyü ve erdemi asla kaybetmemeyi diliyorum. Sahip olduğumuz değerleri, hızla değişen ve kaybolan kültürlere bakarak korumanın zor ama çok önemli olduğuna inanıyoruz. Yeni kuşakların bu konuda biraz daha duyarlı olmalarını geçmişimizi tanımalarını ve daima Ahmetlerli olmakla gurur duymalarını bekliyoruz.
Yüzlerce yıllık tarihi bir geçmişe sahibiz. İşte bizler, yukarıda anlatılan bu cesur, adil ve asil insanların torunlarıyız. Zorluklara karşı cesur, haksızlıklara karşı adil ve her türlü soysuzluklara karşı da asil olabilmeyi sürdürürsek atalarımıza daha çok layık olacağız.
Yıllar önce üç çoban tarafından kurulan Ahmetler'in hikayesi işte böyle...
(Not: Bu konuyla ilgili daha ayrıntılı bilgilere Taşharman’dan Taşkuyu’ya başlıklı yazıdan da ulaşabilirsiniz.)
DİPNOT:
Geçmişimizde çok büyük bir iz bırakan ve Ahmetler'in tarihinin yeniden yazılmasına neden olacak olaylara neden olan Tımar düzeniyle ilgili kısa bir not ekledik. Böylece o dönemin koşullarını, ekonomik ve sosyal yaşamını anlamakta zorluk çekmezsiniz diye düşündük.
***
(*) TIMAR KANUNU
Tımar, Osmanlı İmparatorluğu'nda belirli görev ve hizmet karşılığı olarak kişilere verilen ve yıllık geliri 1.000 akçe ile 20.000 akçe arasında değişen araziye denir. Tımarın kullanılması ile ilgili kanuna da Tımar Kanunu denir. Tımar Sistemi'nin, Osmanlı İmparatorluğu'nda toprağın işlenerek, devletin masrafsız bir şekilde girmeden büyük bir askeri kuvvet sağlaması ve iktisadi hayatın gelişmesinde büyük yararı olmuştur. Fakat zamanla bu sistem içerisinde yolsuzluk ve rüşvet olaylarının baş göstermesi, bu sistemin bozulmasına ve imparatorluğun çökmesine sebep olan nedenlerden biri olmuştur.
Tımar Kanununa göre;
1- Tımar sahipleri devletin birer memurudur ve merkezin emri altında çalışmak zorundadır.
2- Görevini yerine getiremeyen tımar sahipleri görevlerinden azledilirler.
3- Tımar, hizmet karşılığı toprağın gelirinden yararlanıldığından dolayı elde ettikleri haklar veraset yoluyla bir başkasına verilemez.
4- Tımar sahipleri, devletin verdiği işleri yapmak ve verilen yetkileri kullanmakla sorumludurlar.
5- Tımar sahibi özrü olmadan sefere katılmazsa tımarı elinden alınır.
6- Ortak tımarlarda nöbeti geldiği halde gelmeyenlerin tımarına el konur.
7- Tımar ve zeamet sahiplerinin ölümü halinde, tımarların kılıç kısmı oğullarına verilir.
8- Şehit düşenin oğluna kılıçtan fazlası verilir.
Savaşlarda elde edilen topraklar gelirine göre kısımlara ayrılır ve savaşta yer alan sipahilere verilirdi. Tımarların gelir ve giderleri defterhanede bulunurdu. Tımar sahibi, her 300 akçe için cebeli getirmekle yükümlüydü.
Tımar sahibi, devlete ait miri toprakları devlet adına kullanır, köylü onu efendisi olarak tanırdı. Tımar sahibi köylüyü korumak ve ona daha iyi şartlar sağlamak, köylüyü toprağa bağlamak, ziraatı geliştirmekle görevlidir. Tımar sahibi, tımarın olduğu topraklarda otururdu.
****
NOT:
Osmanlı Devleti’nin zayıflamaya başlaması ile otoritesi zayıflayınca, tımar sahipleri köylüleri daha çok ezdiler amaçları daha çok zengin olmaktı. Bu durum tımar sisteminin bozulmasına neden oldu
Uzun süren savaşlar nedeni ile tımar sahipleri arazilerin başlarında durmaz hale geldiler.
Osmanlı Devletinin nakit ihtiyacından dolayı tımar sistemindeki araziler iltizam sistemine geçildi. İltizam sisteminde topraktan vergi toplama hakkı yıllık olarak başka özel kişilere veriliyordu. Devlet sadece peşin parasını alıyordu.
Adaletsiz uygulamalar, acil para ihtiyacı, uzun süren savaşlar, teknolojik gelişmeler, değişen koşullar tımar sisteminin bozulmasına neden oldu./
SON